Şiir Defteri

FOTOKOPİ YA DA KOPYALA-YAPIŞTIR YA DA ŞABLON SAVCILIĞI YARGIÇLIĞI AVUKATLIĞI DURUMU (DENEME)

Yazan: Birturkbilgesi
22.02.2021 / 14:42
388 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
Adalet bakanlığı bakanı 2021'in ocak'ında şöyle seslendi: 'Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum'. Açık ki birileri de kılavye(klavye) başına geçip, Yargıtay'ın internet sitesine bakıp karar verir durumu göstermekte çünkü şu sıralar dikkatimi çeken şey ceza davası konusunda yerel mahkeme kararlarında 'Sanık mahkemenin başından sonuna kadar ifadesine sadık kaldığı için' türü tümce olmakta ki benzeri tümce Yargıtay'ın internet sitesinde de var. Yani eskiden 'doğru'nun ölçütü 'Hayatın olağan akışı' idi iken şimdi de 'Sanığın, mahkemenin başından sonuna kadar ifadesine sadık kalması' mı oldu; acaba bu durumlar Ab hukukuna bağlılık ürünü şeyler mi? Oysa doğrunun tek bir yolu vardır; onu da Muhammed de, Atatürk de çoktan belirtti: 'Bilim ve ahlak'. Bir Amerikan filımı(filmi) var; idam cezası karşıtı bir topluluk, idam cezasılarının(cezalarının) yanlış verilmiş olabileceğini göstermek için şunu yapar: Topluluktan biri olaya cinayet süsü verip kendini öldürür ancak bu intihar yine topluluktan birinin işlediği bir cinayet gibi, kameralarla gösterilir. Ve gerçekte masum olan kişi idam edilir. Açık ki benzeri şeyler Türkiye'de de olmakta. Örnek ki ben de 'Ben üniversite mezunuyum, acaba adalet benim verdiğim bilgilerle gerçek suçluları kendiliğinden, kolayca bulabilir mi, acaba adaleti ben kendim tek başıma başarabilir miyim?'i sınamak için ben de başıma gelen iki saldırı konusunda davalara avukatsız olarak, yalnızca kendi yazdığım savunma dilekçesi ile girdim, ve olayları dürüstçe, yalansız anlattım, karşı taraflar ise hep yalan söylediler, ve iftira attılar, ellerine bir de bana saldırıları sırasında kendimi savunmak sonuçu oluşan basit izleri gösteren hastahane raporu almışlar; yalan söyledikleri de çok açıktı ki çünkü yalnızca bileklerinde tırnak izileri varmış yani saldırmışlar ki ve medeni, insani, merhametli, vicdanlı biri imişim ki yalnızca bileklerinde tırnak izileri olmuş; güler misiniz, ağlar mısınız, iki mahkeme de bana ceza verdi, suçluları serbest bıraktı, yani denilmiş olmakta ki 'Sana saldırılmışsa ya tanıklarınla gel, ya da hastahane raporuna yansıyacak kadar dayak yemeden gelme'. Yani dürüstlük edip herşeyi dürüstçe anlatmak yerine 'Görmedim, duymadım, bilmiyorum' deseymişim beraat edecekmişim. Bir ülkede; mahkemeye avukatsız gidilmeyince dava kazanılmıyorsa ya da yargıda Yalan makinası yoksa o ülkede hukuk bilim değil demektir; yani siz hastahaneye yanınızda bir doktor, ve iki tanık ile mi gidiyorsunuz hastalandığınızda da, insanlar mahkemeye avukatla ve iki tanıkla gitmek zorunda kalsınlar, olsunlar? Yani bu mantıkla; isteyen, yanında iki yalancı tanıkla ev basıp, içerideki kişiye saldırabilir, sonra da 'Ben içeri zorla girmedim, o beni zorla evine sokup bana saldırdı' diyebilir, ve kendine darp izileri yapıp hastahaneden darp raporu da alıp, beraat edebilir oysa Yalan makinası olsa sorun kolayca çözülürdü. Hukukun; yalan makinasına direnmesi neden; masumlar suçlu çıksın, suçlular beraat etsin diye mi? Açık ki tüm dünyada hukuk yolunu bulamamışlık, şaşırmışlık, ve yalpalamak durumu içinde. Bunun nedeni hukukun henüz bilim değil siyaset olması; siyasetin de bilim değil hükümdarlık türü olması. Örnek ki Abd'de demokrasi, laiklik, özgürlük, hukuk diye; zina, fuhuş, porno, ensestlik, eşcinsel evlilik, çıplaklık, uyuşturucu, medyumluk, astroloji, falcılık yani akıla, bilime ve ahlaka aykırı ne varsa serbest yani akıldışı-ahlakdışı-insanlıkdışı ne varsa serbest olacak yani hukuk 'Cana ve mala zarar yoksa akıldışı, bilimdışı, ahlakdışı ne varsa serbest olmalı' demekmiş gibi çünkü hukuk bilim değil siyasetin bir araçı(aracı), egemenliği, dünyası, köleliği durumunda ancak devletin idam cezası da, kişilerin mallarına el koyması da açık ki 'Cana ve mala zarar vermek yalnızca devlete aittir, yalnızca devletin hakkıdır' demek gibi olmakla açık ki 'Cana ve mala zarar dışında herşey serbest' durumu da çiğnenmiş ve mantıksızlık da, tutarsızlık da olmakta, bu da hukuk diye yeni mantıksızlıkların ve yeni tutarsızlıkların getirilmesine neden olmakta. Bilimde ise yalnızca akıl, mantık değil ahlak da önemlidir yani açık ki ahlakı dışlamış hukuk da, bilimi dışlamış hukuk da, mantığı dışlamış hukuk da bilim değildir. Bu nedenle ki Muhammed de, Atatürk de 'Önce bilim(ilim) ve ahlak' dedi. Türkiye'de de hukukun durumu pek farklı değil; zina yasak değil, eşcinsellik yasak değil, eşcinsel evlilik yasak değil, genelev yasak değil, sıtriptiz(striptiz) kulübü yasak değil, sexshop yasak değil, bar yasak değil, pavyon yasak değil, astroloji yasak değil, bikini diye ortalıkta sütyen-külot dolaşmak yasak değil, mini şort diye ortalıkta külotla dolaşmak yasak değil. Gerçek ki bilime aykırılığı da, ahlaka aykırılığı da yasaklamamış bir hukuk doğru, gerçek hukuk değildir. Atatürk bile 'Benim sözümle bilimin sözü çelişirse beni değil bilimi dinleyin; yaptığım şey ahlakla çelişirse yaptığımı değil ahlakın dediğini yapın' anlamında sözler söylemişken hukukun 'Bilim ve ahlak'a sırtdönmesi ancak hukukun 'Ben bilim olmak istemiyorum, gerçekler-doğrular benim umurumda değil, ben gerçek/doğru hukuk olmak istemiyorum, ben siyaset ne derse onu yapmak istiyorum' mantığı ile uyumlu olabilir. Oysa Muhammed de, Atatürk de 'Önce bilim ve ahlak' dedi; belli ki Batı konunun 'bilim' yönünü almış, 'ahlak' yönünü atmış oysa ahlak zekanın, akılın, mantığın, beyinin, ruhun, akıl-ruh sağlığının, özgürlüğün, demokrasinin, laikliğin, medeniliğin, hukukun, insanlığın soyut nitel tek zirvesidir yani 'ahlak'ı atmak bunları da atmak demektir. Hukuk henüz bilim olmayı siyasetçiler yüzünden başaramadığı için 'hukuk' diye yalnızca öteki ülkelerde değil Türkiye'de de bilime, mantığa ve ahlaka aykırılıklar olmakta. Bu nedenle ki aynı konuda farklı mahkemeler farklı kararlar verebilmektedir oysa örnek ki bir fizik sorusunun doğru yanıtı tüm dünyada, her ülkede aynıdır. 'Hayatta den doğru yol bilim' olduğuna göre demek ki hukuk da 'doğru' olmak için 'bilim' olmak zorunda. Açık ki Türkiye'de hukuka; Muhammed'in de, Atatürk'ün de dediği gibi 'Bilim ve ahlak' değil akıldışı-ahlakdışı Batı yön vermekte, bu nedenle ki Türkiye'deki mahkeme kararıları(kararları) bir de Aihm'de incelenmekte oysa Türkiye Muhammed'in de, Atatürk'ün de dediği gibi kendine pusula olarak 'Bilim ve ahlak'ı seçmiş olsaydı Avrupa mahkemelerinin kararları incelenmek için Türkiye'ye gönderilirdi. Gözlemlediğim durumlardan biri de hukuk ya da yargı diye 'tuhaflık'lar yapılması durumu. Örnek ki birara(bir ara), yargılamada 'Hayatın olağan akışına aykırı olmak' gerekçesi vardı kararlarda; şimdi ise görmekteyim ki 'Sanık, ifadesini yargılamanın başından sonuna kadar aynı, ısrarlı ve tutarlı olarak savunmayı sürdürdüğü için masumdur' diye bir gerekçe var, mahkemelerin Gerekçeli karar'larında. Böyle bir masumluk gerekçesi olmaz çünkü suçlu ve belleği güçlü kişiler yıllarca aynı şeyleri söyleyebilirler mahkemelerde. Yani düşünün ki bu durumda; suçlu olmasına karşın kişi, kanıt ve tanık olmadığından da dolayı, ve hep aynı şeyleri söyledi diye serbest kalabilir. Anlaşılan ki 'Hayatın olağan akışına aykırı' modasının yerini 'Sanık ifadelerine hep sadık kaldı' modası almaya başlamakta oysa bilime hayat da, insanlar da, mahkemeler de, siyasetçiler de, halk da değil gerçekler ve doğrular karar verir ancak. Gerçekleşmekte olan durumlardan biri de gerçekte asıl suçlu kendisi olmasına karşın eline bir darp raporu alanın, bulabilirse bir de yalancı tanık bulanın, hemen mahkeme koşması, ve üstelik de haklı çıkması. Yani fotokopi ya da kopyala-yapıştır ya da şablon şöyle işliyor örnek ki: 'Senin bileklerinde tırnak izileri(izleri) olduğunu gösteren hastahane raporun var, karşı taraf da senin bileklerini tuttuğunu itiraf ediyor zaten, öyle ise sen masumsun, karşı taraf suçlu'. Yani düşünülmüyor ki 'Bir insan; saldırmak istediği insanın yüzüne, gözüne yumruk/tokat atmak, bacaklarına tekme atmak, ya da bir nesle ile vurmak varken neden yalnızca bileklerini tutup sıkmak yoluna gitsin? Gerçek ki saldıran kişinin bilekleri tutulur ancak yani bileklerinde tırnak izi olan kişinin saldırıya uğramadığı, saldırdığı açıktır. Ve; 'Bileklerinde tırnak izi olan kişinin bileklerindeki tırnak izilerinde, ve bileklerinde tırnak izileri olan kişinin bileklerindeki izlerde ve tırnaklarında da Dna araştırması yapılmış mı; çünkü bilekleri tutan kişi yalnızca tutmuştur, ve bilekleri tutulan kişi de bileklerine kendi tırnakları ile izler yapmıştır? Yargıtay'ın ceza davası ile kararlarına bakıyorum; 'Sanık aynı ifadeyi davanın başından sonuna kadar bağlı kalıp sürdürmüştür, bu nedenle masumdur' demekte; aynı ifade yerel mahkemelerin Gerekçeli karar'larında yer almakta yani sanki Yargıtay'ın sitesine 'Bilek, tırnak, iz, hastahane, rapor' yazılmış, çıkan sonuç da kopyala-yapıştır yapılmış gibi bir görünüm görünmekte oysa bir insanın, saldırdığı insanın yalnızca bileklerini tutması, 'Hayatın olağan akışı'na da aykırı birşeydir, hele ki bunu bir bayın bir baya yaptığı ileri sürülüyorsa çünkü hiçbir bay saldırmak için bilek tutup tırnak batırmaz. Yani 'Senin bileklerinde tırnak izileri var, sen masumsun, sen geç', 'Bunları kim yaptı? Şu yaptı. Öyle ise o suçlu' mantığı yanlış, düz bir mantıktır, 'Neden, niçin, nasıl?' sorusuları(soruları) da incelenmelidir. Avukatlar savunma için 'Suç işlemek kastım yoktur' dedirtirler ancak açık ki bu söz masum olmak demek değildir, eylemi 'kasıtsız' olarak yapmış olmayı da itiraftır yani bu söz yerine 'Ben suç işlemedim, ben suç sayılan birşey yapmadım' gibi şeyler demek daha mantıklıdır, kişi masum ise. Görülmekte ki hukuk fakültesi eğitiminde sanki felsefe, mantık, Türkçe dil bilimi, bilimsellik öğretilmemekte; fotokopi yapmak, kopyala-yapıştır yapmak, şablonculuk yapmak gibi şeyler öğretilmekte yargılama diye. Benim elimde iki tane dava örneği var bu konuda. Gerçekten masum olan iki kişi iki davada ceza almış, suçlular da serbest kalmış çünkü suçlu kişilerin kendi saldırıları sonuçu oluşan, ellerindeki sağlık raporları, yalan ifadeleri, ve masum kişilerin ise olayları dürüstçe anlatmaları aleyhlerine kullanılmış. Gerçek ki hukuk bilim olmak istiyorsa; yalnızca parmak izi, Dna raporu, olay yeri inceleme gibi bilimsel araçlar yetmez; bir de Yalan makinası(makinesi) zorunluluğu olmalıdır. Yine gerçek ki Türkiye'de adalet ancak kıriminoloji(kriminoloji) yani polisin çalışması, ve Üst mahkemeler sayesinde güvenilirlik ya da adalet düzeyini yukarıya doğru ittirmektedir yoksa yalnızca yerel yargılama olsa açık ki adalet 'geç gelen adalet' değil 'yanlış gelen adalet' durumu ile balayı yapacak durumu görülmekte, yani iyi ki polis, ve Üst mahkeme'ler var. Felsefe, mantık, bilim zor şeylerdir, bu nedenle en kolayı 'Yalan makinesi'dir. Böylece; 3 yılda bitecek davalar 3 günde biter; hem ekonomiye yük azalır hem de mahkemelerin iş yoğunluğu azalır. Doğru hukuk da, gerçek adalet de yargıçın(yargıcın) sözü değildir; gerçeğin ve doğrunun yani 'Bilim ve ahlak'ın kararıdır. Doğru, gerçek hukuk da insanlar mahkemelere giderler, Yalan makinası'na otururlar, ve sonuça bakılır, tıpkı hastahanelerde, tıpta olduğu gibi; düşünün ki filımlardan(filmlerden) görüldüğü gibi, parmak izi, ve Dna bile kopyalanabilmekte, masum insanları hapise attırmak için yani yalnızca parmak izi, kan tahlili, ve Dna yetmez artık, bir de Yalan makinası gerekir, yani hiç savcıya da, avukata da gerek yok. Açık ki hukuk da, adalet de, Adalet bakanlığı da geceleri hiç rahat uyumamalı çünkü gerçek ki işler yolunda değil. Necdet Gürçiftçi Hiçbir dini inançtan ve hiçbir siyasi partiden yana olmayan dinli ve bilge İnternette yayınlandığı zaman: 22.2.21/14.42
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • asli-korkmz353
  • kalptenkelimeler
  • SürekliYazSürekliYaz
  • WhitePageSürekliYaz
  • Sürekli_Yaz
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir