Şiir Defteri

A1 (1. BÖLÜM) (ROMAN)

Yazan: Birturkbilgesi
20.07.2017 / 05:49
844 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
Alandaki bir banka oturmuş yaşlı bir adam, sağ kulağına taktığı kulaklık ile radyodan şarkı dinliyordu. Sunucunun tatlı, karları kaldırıp açmaya çalışan kardelenin cıvıltılı sesi; nihavent semtinde, nihavent sokağında, nihavent numaralı oturan Nihavent hanımı; bayati semtinde, bayati sokağında, bayati numaralı evde oturan Bayati beyle; rast semtinde, rast sokağında, rast numaralı evde oturan Rast hanımı, kürdili hicazkar semtinde, kürdili hicazkar sokağında, kürdili hicazkar numaralı evde oturan Kürdili hicazkar beyle; ve öteki tüm makamları da sevdalılarıyla, duygu ormanında, en güzel ay ışığında, kutsal bir sevda gününde buluşturu- yordu.Bakın şurada, bu duygu ormanının şu köşesinde, ?' Bir bahar akşamı rastladım size'' bey ile ?'Seni görmem olanaksız, rüyalarım da olmasa'' hanım; ?' Bodrum hakimi'' hanım ile ?'Ormancı ?' bey; şu köşede Nihavent hanım ile Bayati bey; şu köşede Rast hanım ile Kürdili Hicazkar bey nasıl da mutluluk içinde gülümsüyorlar yaşlı adama! Aa, Hüzzam hanım ile Hüseyni bey de buradalarmış!...Yaşlı adamın yüzünde ve bedeninde mutluluktan, bakınca görülmeyen bir titreme ama gözlerinde, kirpiklerinde, kaşlarında, saçlarında, dudaklarında ve bedenini ışıktan bir kılıf gibi saran ikinci bedeninde, yine bakınca görülmeyen bir göz yaşı seli vardı. Sevda dersi, önce, ayrılığı öğrenmekle başlar?Sonra yine ayrılığı? On yıl önce yitirdiği ve yine burada ilk buluşmalarını yaptıkları eşini anıyor, yaşıyordu; onunla el ele, göz gözeydi sanki. Bu gün, ilkel, putçu, çok tanrılı bir batı dininden gelen, Hristiyan olmayan insanlara, toplumlara, ülkelere, devletlere ?' Sevgililer Günü'' adıyla yutturulmuş ama gerçekte adı, önce bir Eski Roma tanrısından , sonra da bir Hristiyan din adamından gelen ama sonra da kilisenin bile dışladığı bir gündü bu gün. Abd; emperyalizmin adını, ?'küreselleşme'', diye yutturmuştu, ; kapitalistler de kendilerini kapitalist değil ?' özel sektör'', diye yutturmuşlardı, bu kurnazlık mantığı ile. Büyük olasılıkla da şimdi faşistler ve faşizm kendine güzel, hoş, tatlı bir isim aramaktaydı; söz gelişi, demokrasi, diyebilirlerdi? İsimleri değiştirince her şeyin değişeceği mantığı, sömürü düzenlerine uyum sağlamış, kazık çakmış sözde düşünürlerin işidir. Yani eskiden; ibne, denilen kişilere eşcinsel, gay denilince, sorun çözülürdü, bu mantığa göre. Dünyanın kötü olmasının nedeni; emperyalistler, kapitalistler, faşistler, gericiler, ülke düzeni, hukuk değil de kötü sözcüklerdir, bu mantığa göre; yani kötü, kaka sözcükleri hoş sözcüklerle değiştirince sorun çözülecektir. Puta tapmanın adı da Sevgililer Günü olarak değiştirilince, insanlar hem ne büyük bir kazık yediklerini anlamamışlardı hem de kapitalistlere bol bol para kazandırmayı sürdürmüşlerdi. İşin içine bir de cinsellik girdi mi; akan sular duruyor doğal ki. Aylardan şubattı ama alan ılıktı; çevredeki yüksek ve sık iş yerlerinin, devlet kurumlarının tüm gün yanmış kaloriferleriyle ısınmış yüksek yapılar, alanı ılık tutmayı sürdürüyorlardı. Adi suçtan örgütlü siyasi suça geçişin, bunu yapan kişi açısından büyük kazançları olur. Bir insan; yokluktan, işsizlikten, yoksulluktan, parasızlıktan kaynaklanan bir zorunluluk sonucu bir soygun ya da hırsızlık yapsa, ?' Bak onursuza, aşağılığa; çalışıp para kazanmak zor geldi de kolay yolu seçti; başarısızlığının, beceriksizliğinin cezasını başkalarına çektiriyor,'' denilir; yargıdan önce ve sonra hesap sorulur kendisinden, aşağılanarak. Cezasını yatıp çıkmış da olsa toplum ona etmediğini,demediğini bırakmaz; sürekli aşağılar, dışlar ve ondan kimse korkmaz, çekinmez. Oysa o kişi, bireysel davranma ve bireysel seçenekleri seçme yolunu seçmek yerine; kurulu bir siyasi suç örgütüne girse ya da böyle bir örgüt kursa; tikel sorunları, özellikleri, konumu ve durumu dışlanır; örgütsel, nitel, kendinden kaynaklanmayan nedenlerle suç işleme özelliğine ilerlemiş, yükselmiş sayılır ki bu da toplumun gözünde kötü de olsa korkulur, boyun eğilir bir ün yaratır genelde. Ama bir de toplumun, onu bir kahraman sayma, görme olasılığı da vardır; Spartacüs, Zorro, Köroğlu gibi örneklerinde olduğu gibi. Gerçek şu ki toplum, insanları, kendisine yararı adaleti ile yargılar. O yüzden ki ?' Başkaldır, kazanırsan kıral, kazanamazsan suçlu olursun,'' sözü, toplumların kültürlerinde, yedekte her zaman bulunur. İnsanlar, suçlu da olsa bir kıralla didişmeyi kolay kolay göze alamazlar. Ama bazı suç örgütlerini ancak devletler kurabilirler; bireylerin onları kurma olanakları yoktur ama onlarda yer alma olanakları her zaman vardır. Ve bu örgütlerin ve içindeki kişilerin, her türlü yasa dışı işi yapmaya yetkileri ve hakları vardır. Adi suçtan, örgütlü suça geçişin, toplumbilimsel alanda böyle bir gerçeği vardır işte. Suçlular çok suç işleyerek ün ve gelir çoğaltımı yapabilecekleri gibi böyle, örgütlü, nitelikli suçlarda yer alarak da bunları sağlayabilirler? Ama insanlar ya da suç örgütleri her zaman, para için kurulmazlar. Bazen da bu, kapitalistlerin ve kapitalist işletme fakültelerinin çok sevdiği, ?' oyun'' kavramı içinde yer alan türden bir yaklaşım için de kurulurlar ama doğal ki bu da para ile olduğu için, sonuçta para kazanmak içindir, bu tür örgütleri kuranların açısından ama bu örgütlerin hizmetlerinden yararlananlar ise yalnızca zevk alıp para verirler, tıpkı bir orospu ile birlikte olmuşlar gibi? Bu kitapta işte böyle bir örgütün evrensel olan türünden söz edilecektir. Bu örgütün adı, Abd'ce, İslam ülkelerini egemenlik altına almak için kurulduğu için, adı Abd-ullah'tır. Bu örgütün ereği, Allah'ın yolunda gidenleri Abd'nin yoluna çekmektir, yoksa Abd'yi Allah'ın yoluna götürmek değil. Bu örgütün, ?'arenası'', İslam ülkeleridir yani Hıristiyan olmayan ülkeler. Ama yine de belli bir parayı gözden çıkaranlar için, batı ülkelerinde de, tikel, bireysel ?' sahneler'', düzenler. O gün, Sevgililer Günü'ydü. Türkiye'de bir yerde, soğuk şubat akşamının karanlığında, aklını yitirmiş, evsiz, kimsesiz bir genç kadın; eski, yırtık, ince erkek çoraplarının içindeki ayaklarındaki naylon terlikleri, gövdesini ve ruhunu taşıma görevi vererek, ?' Benim de annem, babam vardı? benim de annem, babam vardı,'' deyip için için ağlayarak ve söylenerek, geceleyebileceği kuytu ve olabilirse de sıcak bir köşecik arıyordu, alandaki kalabalıktan gittikçe uzaklaşarak. Şubat akşamı, sokakta üşümek doğaldır ama onca mutlu kalabalığın içinde mutsuz ve yapayalnız olmak, kimsesiz ve evsiz bir insan için doğal olsa da insanlık ve bir ülke açısından korkunç bir şeydir. Yine de onun yanından geçtikten sonra dönüp ona uzun bakan ve içi sızlayan orta yaşlı bir adam oldu. Adamın parası yoktu, ona para vermeyi çok istemesine karşın ama evine götürüp onu beslemeyi, temizlemeyi, bu kötü yaşamından kurtarmayı düşündü ama insanların kötü şeyler düşüneceklerini düşünüp yoluna devam etti ama cebinde parası yoksa da gözlerinde yaşları vardı bu kez. Ama otobüse alacağı bilet parası usuna (aklına) geldi ansızın ve ağır ağır yürüyüp kimsesiz genç kızın yanına gitti; ağır ağır gitti çünkü genç kız kendisinden de ağır yürüyordu, dev gözyaşlarını sürükleyen bir kaplumbağa gibi.Büyük olasılıkla genç kadının ki belki de tecavüz edildiği için çıldırıp bu duruma düşmüştü. Genç kadının avucuna, bilet parasını gülümseyerek koydu. Kendisi eve artık yaya gidecekti; çok da uzun bir yol sayılmazdı, en çok dört kilometre yürüyecekti, geze geze giderdi. Uygar, çağdaş geçinen toplumlar, devletler bazı insanları, işte böyle yalnızlığa, kimsesizliğe , evsizliğe, ölüme tutsak ederler. Onlara verdikleri tek şey kimlik numarasıdır, güzel bir oda ev, az bir gelir ya da iş yerine. İnsanlar ve devletler; sokaklarında, yollarında çöp var mı diye özenle bakarlar ama kimsesiz, yoksul, evsiz, aç, hasta var mı diye değil. Genç kadın, avucundaki parayı sıkı sıkı tuttu, ?' Sağol abi,'' dedi? ?'Bana abi deme,'' dedi içinden yalvarırcasına adam. ?'Bana abi deme, çünkü abin olsaydım, alır seni evimize götürürdüm,'' dedi, içinden; boğazı tıkandı, fışkırırcasına boşalan göz yaşlarını saklamaya akşamın karanlığı yetmiyormuş gibi başını, yere düşürdüğü bir şeyi arıyormuş gibi eğerek hızlı hızlı yürüdü karanlığa doğru. Avucunda belki o gün ilk kez para görmüş olan genç kadın, naylon terliklerini sürükleye sürükleye alana doğru yürümeye başladı, gittiği yönden geri dönüp çünkü alandaki seyyar(gezici) satıcılardan sıcak bir gözleme almayı ve annesinin gözlemeleri gibi sıcak sıcak, mutlulukla yemeyi düşünmüştü. Küçük bir gözlemenin sarımsı, sıcak alanı, yeri geldiğinde, insanına göre, yüz yirmi metrekarelik bir aile evine dönüşebiliyordu demek. Bir an kulağına, bir giyim dükkanının içinden gelen bir müzik takıldı, durması gerekiyormuş gibi durdu. Yaşamı boyunca beklediği müzik buymuş gibi dinlemeye başladı, kıpırdamadan, kuş tüyü bir yatakta, kuş tüyü bir yorganın altında, kuş tüyü bir yastıktaymış gibi. ?' Sana ayrılığı değilll / bırakırsammm iskeletimiii bırakırım gülüümm / sana yanmaaam bitmezzz / yanmıyorsam külümdür gülüüüm?'' diyordu erkek pop sanatçısı? Ama ne yazık ki parçanın sonuna denk gelmişti, parça hemen bitti? Üzülmüştü genç kadın; sıkıntılı, öfkeli, sinirli olarak, eski püskü köylü giysileri gibi giysilerini, sarındığı kutsal bir bayrakmış gibi sıkı sıkıya sarınarak alana doğru taşımaya başladı. Belki de kıçı dışkı,sidik ve aylık kanama pisliği içinde olduğu için ağır ağır, bir yengeç gibi yürüyordu. Büyük olasılıkla da saçları ve bedeni bit içindeydi. Nerede yıkanacaktı ki, kim yıkayacaktı ki? Kişi başına ortalama ulusal gelir on bin dolardı ülkede ama henüz hesabına yatmamıştı demek. Kürklü deri kabanına sıkı sıkıya sarılmış ve otuz yaşlarında ve elinde bir dürbün olan kişi, uzaktaki son model arabanın içinde, purosunu tüttüren, arka koltuktaki esmer, zayıf kişiye sordu: ?' Ne zaman? Saat yediye geliyor.'' Arkadaki dudaklarıyla değil sanki akciğerleriyle konuştu ilgisizce:'' Bekliyorum, desinler bakalım ama çok kalmadı.'' -?' Bunca insana yazık olacak,'' dedi, arabadaki üçüncü kişi. -?'Bunlar insan değil ki sürü; çalışmaktan, yemekten ve sevişmekten başka şey bilmezler'' dedi, puro içmekte olan. -?' Desene dört ayaklıların iki ayaklıları,'' dedi gülerek, üçüncü kişi. Arabadaki dört kişi de güldü bu söze. Ve bu akşam da düzüşme günleri. Düzüşmesini bilseler içim yanmaz,'' dedi kahkahalar ile. -?' Biz tam düzüştüreceğiz birazdan onları,'' dedi, sürücü koltuğundaki genç kişi ve o da kahkahalar attı. Tümü de mutlu ve huzurluydu. Kürklü deri kabanlının cep telefonu çaldı. Tümü de para bulmuş dilenciler gibi telefonun sesine yöneldiler yüzleriyle ve kulaklarıyla, gülümseyerek. Kürklü kabanlı kişi, iki saniye kulağında tutuktan sonra telefonu kapatıp cebine koydu ve : ?' Tamam, ?' dedi. Hiç ortalıkta görünmeyen bir yılan gibi birden, kürklü deri kabanlının elinde ortaya çıkıveren küçük, siyah şeye baktılar. Önce kırmızı, küçük bir led yandı, sonra, bir saniye sonra küçük yeşil bir led yandı ve bir saniye sonra da sinsi, derin ama büyük bir gürültüden sonra dürbünlerle baktıkları alanın kırmızı kordan bir ateş topu olup göğe yükseldiğini gördüler. Araba yavaş yavaş yerinden ayrıldı ve uzaklaştı. Abd-ullah bu ülkedeki o günkü sahnesini düzenlemiş ve oynamıştı. Avcılar için, yeşil başlı ördekler, paracılar içinse yeşil başlı dolarlar heyecan, zevk ve doyum verir? Ceplerde, yeşil başlı ördekler gibi yeşil başlı dolarlar vardı, demetle. Bir saat sonra da ülkedeki tüm tv kanalları, (??.) ilindeki patlamada en az dört yüz kişinin öldüğünü, en az iki yüz kişinin yaralandığını, kıyamet gerçekleşmiş gibi korku ve acı içinde veriyorlardı. O akşam, sevginin ölümle sınandığı gerçek bir canavarlık olmuştu. Sevgi de ölüme benzer; ne zaman geleceği, ne zaman gideceği belli olmaz. O nedenle, sevdin mi tam sevmek gerekir çünkü başka bir zaman olmayabilir. Genç, kimsesiz kadının yalnızca ağzındaki ilk lokması vardı, satın aldığı sıcak gözlemeden. Belki yıllardır özlediği sıcak aile ortamını ona, yaşamının son anında, sıcak bir gözleme ve korkunç sıcak, kavurucu bir patlama vermişti ancak. Bu korkunç patlamanın sıcaklığına, belki de uzun yıllardır yabancı kaldığı bir sıcaklığa, yaktığı kibritlere elini uzatarak ısıtmaya çalışan Kibritçi Kız gibi ellerini bile uzatmıştı, bilincinde olmadan? İnsanın tek avuntusu bu durumda, patlamada ölürken duyduğu acının; ailesiz, yapayalnız, aşağılanmış, insanlık dışı, acı içinde yaşarken duyduğu acıdan çok daha az bir acı ya da hiç acı duymuş olmayabile- ceğidir yalnızca? Duygusallık yapanlar şöyle bir dönüp baksalar da sokaklara; ve kimsesiz, evsiz, yalnız, acı içinde yaşayan insanların sorunlarıyla ilgilenme duygululuğunu gösterebilseler, açık ki duygularının düzeyi de niteliği de yükselmiş olacaktır. Yaptığımız iyilikler gerçekten iyilik midirler, bunu, yaptığımız iyiliğin sonuçlarını görmeden bilemeyiz. O adam, bu kadına, o son parasını vermeyip evine belediye otobüsüyle gitmeyi seçseydi; bu genç kadın da gözleme satın almak için yolundan dönüp, korkunç bir patlama yaratmak için alanın gizli yerlerine döşenmiş patlayıcılara doğru gitmiş de olmayacaktı ve yarın da öteki gün de daha öteki gün de acı, mutsuzluk, yokluk, aile özlemi içinde de olsa yaşamayı sürdürecekti. Yaşamak mı kurtarır, ölmek mi; bu da tartışılır bir şeydir kuşkusuz. Yaşlı adamın gözlerindeki yaşı, patlamanın sıcaklığı bile kurutamamıştı ama cebindeki küçük radyo çalmayı sürdürüyordu. Eve dönmenin yani olanaklının olanaksızlığı bu demek olmalıydı. Artık, sevdası tümden kimsesiz kalmıştı. Ondan, evinde kalanlara bakan mirasçıları ise, hiçbir şeyinde, bu büyük sevdanın bir izini bile göremeyecekler, anlamayacaklardı. Uslarına(akılarına) gelen ilk ve tek şey, bu yaşlı adamın eski, modası geçmiş tüm eşyalarından kurtulmak için, yoldan geçecek bir eskiciyi dört gözle ve dört kulakla beklemek olacaktı ama kuşkusuz ki bu şeylerin parasında olmayacaktı gözleri. Kurtulmak istedikleri tek şey, ?' eski, değersiz'' olacaktı. Zaten adam da en değerli şeyini yanında götürmüştü, sımsıkı sarılıp: Sevdasını? Alanda yüzlerce insan ölmüştü; yüzlercesi de yaralanmış, her yanı çığlıklar kaplamıştı. Alandaki, Ermeni'lerin, Türklere yaptıkları soykırımlarda, bebeklerini emziremesinler diye memelerini bıçaklarla kestikleri Türk annelerini ve karınlarını yarıp bebeklerini çıkardıkları hamile Türk annelerini ve bebeklerini ve fırınlarda yaktıkları Türkleri simgelemek için, memeleri kesik, karnı yarık, kan içinde, belden yukarısı çıplak, alevler içinde, genç bir kadın heykeli vardı.Kollarını göğe doğru kaldırmış, ellerini, havadaki bir şeyleri yakalamak ister gibi açmıştı. Çok ilginç, çekici, gizemli bir heykeldi. Dört metre boyundaydı ve altın görünümü veren sarı bir metalden yapılmıştı. Bir fidan gibi yerden göğe doğru, fışkırırcasına yükseliyordu; dönen bir daha dönüp bakıyordu ve bakan kimsenin aklına vahşet, iticilik, korkunçluk, kaçmak, uzaklaşmak değil sanki iyi beslenmiş, dolgun, sağlıklı, mutlu, güleç yüzlü bir genç kadın Allah rızası için yardım istiyor izlenimi veriyordu ve ona bakan insan, ona doğru gidip yardım etmek istiyordu... Ne memelerinin kesik, yok olduğu ne de karnının yarıklığı ne alevler uzaktan yani bir metre yakından bakmadan belli olmuyordu. Heykelci hem bu kadının hem de kadın ırkının hem de insanın hem de Türk ruhunun saflığını, inceliğini, güzelliğini, duygularını ve özelini gözlerden olabildiğince saklamak istemişti. Uzaktan bakılınca ancak sarı, ışıldayan bir heykel kütlesi görünüyordu tıpkı üzerlerine oyulmuş ince işlemelerini, iyice yakından bakılmayınca görülmemelerini sağlamak için utanmışçasına saklayan çok değerli ve ender nesneler gibi. Somut değil soyut ve gizemli bir varlıktı sanki o heykel? Alan kan gölü gibiydi. Heykele bir şey olmamıştı. Kadın heykeli, sanki yerdeki ölüleri, bebekleri gibi emziren bir anne gibiydi.Onlar birer ölü değiller, bu heykelin emzirmekte olduğu sessiz bebekler; inleyen yaralılar da emme sırasının kendilerine gelmesi için mızıkçılık yapan bebektiler sanki? Bir insanın kanındaki alyuvarları yan yana koyup bir kolye yapmak olanaklı olabilseydi, bu kolye, dünyayı, boynunda dört sıra alyuvardan bir kolye taşıyan bir kadının boynuna benzerdi. Şu an ise dünya yüzlerce insanın alyuvarlarından bir kolye ile yüzlerce kez sarılmış gibiydi. Gerçekte dünya yemyeşil ya da masmavi değil kıpkırmızı idi; binlerce yıldır, insanların döktükleri insan kanlarıyla. İnsanlar iki rengi hiç görmezler; bir, gözlerinin rengini, bir de dünyayı, al kanlardan, duvardan duvara kaplayan halının al rengini?Birkaç bomba patlaması, yüzlerce insanın yaşamını yok etmişti. Oysa insan bedeninden her saniye bir hücre kopup yere düşse, tümünün düşmesi, bedenin tümünün yol olması için ortalama otuz bin yıl geçerdi. Oysa tek bir saniyede yüzlerce insan yaşamı, diriliği yok oluvermişti. Yaşam bile insan kadar acımasız ve savurgan değildi? Ortalama bir kilo iki yüz gram olan tek bir insan beynindeki milyarlarca bağlantıyı bir saniyede yok edivermişti, bir saniyelik bir patlama; ölen yüzlerce insanın ise beyinlerindeki yüz milyarlarca bağlantı; içlerinde, çocukluklarından sevdalarına, işlerinden ailelerine kadar her şey? Oysa bombanın içinde insanca hiçbir anı, hiçbir duygu bağlantısı yoktu? Bu katliamı bir de Fransa'daki lüks bir odada, dev, lcd ekrandan izleyen, elinde viski ve puro olan, lüks giyimli, felçli bir yaşlı bir Fransız adam da vardı, kahkaha içinde, çocuklar gibi sevinerek. Öyle sevinmişti ki odadaki, kendisi gibi gülmekte olan çıplak, genç sarışını kucağına oturtup, ?' Haydi, biz de Sevgililer Günü'müzü kutlayalım yavrum ?' dedi, sırıtarak. Ama tv haberlerinden anlaşıldı ki o akşam, dört ülkede daha büyük patlamalar olmuş ve beş patlamada üç bine yakın kişi ölmüş, iki bine yakın kişi de yaralanmıştı. Adı Abd-ullah'tı, istemesi yeterliydi? Ama Abd-ullah'ın gerçekleşmesini istemeyeceği tek şey de istememesine karşın gerçekleşecekti; karşısına A1 çıkacaktı. A1 kim mi? Bekleyin?. Necdet Gürçiftçi 2010-şubat tarihinde internette yayınlandı.
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • Pirinctanesi
  • Mefail
  • turgaykurtulus
  • Celal
  • umsena
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir